Tam 15 yıl boyunca plaza hayatının içindeki tipik bir beyaz yakalıydım. Bir taraftan da yine aynı kitleye kurumsal eğitimler veriyordum. Bunca yılda sanırım bini aşkın kişiyle konuşma fırsatım olmuştur.

Hemen hemen herkesin dilinde aynı şeyler. Ne bitmek bilmeyen bir hayal dünyası var beyaz yakalıların… Kimi diyor ki kafe mi açsam, kimi güneyde, huzurlu bir sahil kasabasına yerleşme peşinde, kimi başka bir iş alanına geçmek istiyor vs. vs. Örnekler uzayıp gider, zaten hepimiz biliyoruz bunları.

Nereden geliyor bu zincirleri kırma dürtüsü?

Neden her ne olursa olsun çoğumuz günün birinde bambaşka bir şey yapmayı, bambaşka bir yerde olmayı hayal ediyoruz? Neden bedenlerimiz ve zihinlerimiz farklı yerlerde?

Bu dürtünün temel nedenlerini tahmin etmek hiç de zor değil aslında:

  • Büyük ve rengarenk hayallerle girdiğimiz, fakat bizi soğuk bir şekilde karşılayan, oksijenden dahi yoksun bırakan gri plaza hayatındaki yıkılan beklentilerimiz, suya düşen hayallerimiz.
  • Bizi dinlemeyen, anlamayan, insancıl bir iletişim kurmayan yöneticilerimizle yaşadığımız sıkıntılar.
  • Sonu gelmeyen talepler, standartlar, prosedürler…
  • Bütün işi gücü bırakıp, bir sunum için günlerini harcamalar.
  • Yüzüne gülen ama arkandan konuşan iş arkadaşları.
  • Yorucu tempo, bitmek bilmeyen stres, kısıtlanan sosyal ilişkiler ve aktiviteler.

Değersiz hissediyoruz biz kendimizi bu hayatta, yabancılaşıyoruz ve özel hissedemiyoruz bir türlü. Türkiye’nin en iyi üniversitelerinde okumuş, yurt dışında yüksek lisans yapmış olabiliriz. Fakat günün birinde hep o hayalini kurduğumuz büyük binada, masamızın başında, topuklu ayakkabıları – kravatları çekmiş bir şekilde çalışırken durup birden ‘’hepsi bunun için miydi?’’ diyebiliyoruz.

Neden adım atmıyoruz?

Evet, kurumsal hayatın kişisel beklenti ve değerlerimize uygun olmadığını, yani beyaz yakalı olmanın hamurumuzda olmadığını anladık ve başladık bambaşka bir hayatın hayalini kurmaya.

Tavsiye :   Geçmişte Yaşamak

Kendimize belli süreler koyuyoruz önce. Çocuk okulu bitirsin de, ev kredisi bitsin de, bir yönetici olayım da…

Hadi doğru zamanı beklemekte haklıyız diyelim, güvenli bir plan içinde gitmeliyiz diyelim. Peki kaçımız istemediğimiz bir kimliğe büründüğümüz bu zaman zarfında, gelecek hayallerimiz için akıllıca planlar yapıp, bizi oraya ulaştıracak küçük adımları atıyoruz? Bir elin parmağını geçmez!

Belki korkularımızdan belki mükemmellik arayışımızdan, sürekli erteliyoruz hayallerimizi. Ya konfor alanımız giderse, ya para kazanamazsam, ya istediğim gibi olmazsa, hadi işi batırırsam?

Korkunun olduğu yerde hayaller hep ötelenir. O doğru zaman bir türlü gelmez. Kalbin başka yerde attığı, gözlerinin ışığı sönmüş, omuzları çökük insanlar olarak yaşamaya devam ederiz.

Hayallerinizi askıya almayın!

Hayaller sadece harekete geçtiğimizde yeşerir. Adım atmak için her şeyin tam ve mükemmel olmasını, doğru zamanın gelmesini oturarak beklemeyin. Şimdiden, yavaş yavaş adımlar atın. Evren hareketi sever. Heyecan duyduğunuz, düşündüğünüzde içinizi kıpır kıpır eden ne varsa ertelemeyin.

Kafe açmak istiyorsanız, gidin bir kafede bir gününüzü geçirin, yapılan işleri gözlemleyin mesela. Kafe açmış kişilerle konuşun, bakalım iş gerçekten istediğiniz gibi mi? Yapmak size keyif verecek mi? Yoksa davulun sesi uzaktan mı hoş geliyor?

Peki ya kitap mı yazmak istiyorsunuz? Alın elinize bir defter bir kalem başlayın zihninizdekileri dökmeye. Belki başta çok saçma gelecek yazdıklarınız, belki günlerce yazacak bir şey dahi bulamayacaksınız. Olsun, bir yerden başlamak olacaksınız.

Fikriniz var ve girişimci mi olmak istiyorsunuz? Neyi bekliyorsunuz? İyice özümseyin fikrinizi, maliyeti çıkarın, rakiplerinizi inceleyin. Ve her şeyden de önemlisi, iyi bir plan yapın!

İlk adımı atabilmenin yolu mümkün olduğunca basit düşünmekten, hata yapmaktan korkmamaktan geçiyor. Kimsenin ilk adımı mükemmel değil ki… Aksi halde, bir gün bir gün diye kendimizi avutarak, hayallerle yaşamaya alışarak geçip gidecek ömrümüz.

Tavsiye :   Yaratıcılık ve Yeni Fikir Üretme Beklentileri

Yaşlı kadına pişmanlığı sormuşlar ve demiş ki: “100 yaşına kadar yaşayacağımı bilseydim, 40 yaşında kemana başlardım ve 60 yıldır çalıyor olurdum.”

Hadi biraz da ilham olsun

Hayalleri için uğraşan o kadar çok insan var ki… Sabah 8’de ofise gelirken, akşamlarını ziraat öğrenmeye harcayan bir arkadaşım var mesela. Çünkü Çanakkale’ye yerleşip toprakla uğraşmak istiyor. Ayda 1-2 gün oraya gidiyor ve oradaki yaşamın havasını soluyor. Kendini mahallenin sakini gibi hissetmeye çalışıyor. Çocuğunu gönderebileceği okulları ve fiyatlarını araştırıyor mesela. Ne kadar para kazanırsa hayatını devam ettirebileceğini hesaplıyor. Bildiğiniz ufak ufak adımlar atıyor yani. Bu nedenle mevcut işinde daha motive çalışıyor, bir amacı olduğunu bildiğinden ruhu sıkışmıyor. Yolu belli çünkü.

Peki siz adım atmak, araştırmak, yeni bir şey denemek için ne zaman adım atacaksınız? Yolunuz belliyse, çıkın o yola! Çıkın ve gerçekten yaşamaya başlayın hayatı 🙂

Bloga e-posta ile abone ol

Bu bloga abone olmak ve e-posta ile bildirimler almak için e-posta adresinizi girin.