‘’Hata yapıyorsun…
Çok yetersizsin…
İstedikleri bu değil…
Yine başarısız olacaksın…
Geçmişte de böyleydin zaten…
Senden çok daha iyileri var…’’
Kim o yukarıda konuşan kendini bilmez? Neden susmak bilmiyor? Bence çoğunuz çoktan tahmin etti bile: evet, İÇ SESİMİZ. Susturmaya çalıştıkça daha çok konuşan, yerli yersiz her şeye yorum yapan, düşüncelerimizi, eylemlerimizi etkileyen patavatsız bir arkadaş…
Hiç mi susmaz bu peki? Eğer kendinle güçlü bir ilişkin varsa, başkalarının onayına pek de ihtiyaç duymayan, hata yapsa da kendini sevmekten vazgeçmeyen yani özgüvene sahip bir insansan öyle bir susar ki…
Fakat giderek karmaşıklaşan, rekabetin gittikçe arttığı bu dünyada, en büyük kişisel problemlerimizden biri; değersizlik hissiyle gelen özgüvenimizi kaybetme sorunu oldu.
Özgüvensizlik 21. Yüzyılın En Büyük Sorunlarından Biri
Bir çoğumuzun başarı odaklı ve mükemmeliyetçi aileleri vardı. Eğitim sistemi de, toplum da onlara sürekli çocuklarının peşinde olmaları gerektiğini aşılıyordu. Özel dersler, Anadolu Lisesi sınavları, dershaneler..
Çocukluğumuzdan beri bize neyin özel ve önemli olduğu, ne yaparsak bizim de özel ve önemli olacağımız anlatıldı durdu. ‘’Onaylanmak ve kabul edilmek’’ içindi her şey. Düşünsenize, özel ve önemli olmanın herkes için geçerli olan bir tanımı var. Halbuki bizim yeteneklerimiz vardı, zaten çok özel olan yönlerimiz vardı, bambaşka isteklerimiz vardı… Vardı, ama pek de umurunda değildi kimsenin sanki.
Tam elimizi bir işe atacakken ‘’dur! Sen yapamazsın’’ dediler. Sınavdan kötü bir not aldık, ‘’sınıftakilerin durumu nasıl’ diye sordular. Tıp, hukuk kazanamadık, ‘’e ne yapacaksın ki bu bölümü okuyup’’ dediler. Bir işi tamamlamak için gece gündüz çalıştık, ‘’becerememişsin’’ dediler.
Başarısız günlerimizde, ‘’olsun, bir dahakine yaparsın… biz hep senin arkandayız’’ demelerini bekledik, ama bazıları bize şüpheyle yaklaştı, gözlerinden okuduk..
Biz de ancak iyi not alırsak, iyi bir bölüm kazanırsak, işimizde terfi alırsak, iyi bir maaşımız olursa bizi seveceklerini düşündük. Kısacası, onların istediği kişi olmak için çabaladık durduk. Olamayınca da geldi oturdu o değersizlik hissi yanı başımıza. Fısıldadı kulağımıza: ‘’Başarısızsın sen, yetersizsin…’’
Sonra dedik ki: ‘’Sorun gerçekten bende galiba’’
Sorun Sende Değil; Başarıyı Tanımlama Şeklimizde!
Her geçen gün başarı tanımını daha da ulaşılmaz tanımların içine koyan bir dünyadayız. Eskiden üniversite okumak yeterliydi, sonra üzerine yüksek lisans yapmalı dendi, şimdi yurt dışında okumak başarılı öğrencinin tanımı olarak konuşuluyor.
İlk kitabım Yeni Bir Pencere Aç‘ta “Başarılı Bir Hayat Ne Demek?” bölümünde de belirttiğim gibi; “başarı tanımı yeni yüzyıldaki bir algı operasyonu. Bir çeşit özendirme taktiği. Daha fazla para kazanalım, daha fazla harcayalım, daha pahalı okullara gidelim, ofisteki rekabet oyunundan sıyrılıp terfi edeceğiz diye kendimizi tüketelim.. Ve tüm bunlara karşılık “yeterince” başarılı olmayınca özgüvenimizi yavaş yavaş kaybedelim.”
Bu pencereden baktığımızda başarıyı yeniden tanımalamakla başlamamız gerektiğine inanıyorum.
Ya başarı, seni sen yapan değerlerini tüm hücrelerine kadar yaşadığın bir hayata sahip çıkmaksa?
Ya başarı, elinde tuttuğun hayattan ne kadar memnun olup olmadığınla ilgiliyse?
Ya başarı, dünden ne kadar ileride olduğun ve kendine ne kattığınla ilgiliyse?
Kendine İnanmakla Başlıyor Her Şey!
Başarı tanımını sorgulamaya başladığımızda, içimizdeki o umarsız sesi susturmamız için yapmaya başlayacağımız en iyi şey; kendimize inanmak. Kendine inanmadan, başkalarının sana inanmasını sağlaman çok zor..
Hadi şimdi sor kendine
Hiç mi başarılı zamanlarım olmadı? Hiç mi gurur duymadım kendimle? Ben neleri çok iyi yapıyorum? Beni değerli kılan neler var?
Kendinle ilgili algını değiştirmek için geçmişte veya bugün seni parlatan anlara bir bak lütfen. Eminim ki harika yaptığın bir çok şey var. Her insan gibi bazı alanlarda parlıyor, bazılarında ise sönük kalıyorsun. Çünkü insansın! Ve kimse mükemmel değil. İnsan olduğumuzu ve her şeyi mükemmel yapmamız gerekmediğini kabul ettiğimizde, başkalarından onay alma ihtiyacımız azalıyor. Ve başarısızlıklar ayağımıza daha zor çelme takıyor. Hatalarımızla birlikte sevmeli kendimizi. Olması gerektiği gibi…
Yeteneklerini Önemse, Çık Kabuğundan!
Birçoğumuz sahip olduğumuz yetenekler üzerine düşünmeden, onları göz ardı ederek, belki de hiç keşfedemeden yaşayıp gidiyoruz. Bize dayatılan, çoktan tanımlanmış ‘’nasıl özel olunur’’a göre hareket ediyoruz çoğu zaman. Asıl önemli olan ise bekler bizi, bize en yakın olan köşede. Bizi güçlü yapacak, kendimize güvenimizi arttıracak şey, elimizi uzatsak ulaşacağımız yerdedir.
Ama nedense biz dayatılanın peşinde koşmayı tercih ederiz. Matematiğimiz iyi olmalı, resim yeteneğimiz önemli değil. Projemizin hedefe ulaşması önemli, iş yerinde kurduğumuz ilişkiler değil. Gemiyi limana getirip getirmediğimiz önemli, dalgalarla nasıl boğuştuğumuz değil.
Oysa hepimiz farklıyız ve bizi güçlü kılan muazzam yeteneklerimiz var. Ve inanıyorum ki, güçlü olduğumuz yönlerimizi geliştirip parlattıkça, başarılı olmamamız mümkün değil!
Hata Yapmaktan ve Reddedilmekten Korkma
Mükemmeliyetçi zihniyetin doğurduğu bir yan etkidir hata yapma korkusu. Elimizi kolumuzu bağlar. ‘’Ya başaramazsam? Ne düşünürler benim hakkımda?’’ düşünceleri yer bitirir bizi. Zaten başaramayacağımızı söyleyen onlarca insan var çevremizde. Neden bir de bunu kendimize söyleyelim ki? Düşüncelerimiz eylemleri etkiliyor ve hata yaparım korkusuyla hiçbir şey yapamaz hale geliyoruz sonunda.
Kendine yapacağın en büyük kötülüklerden biri; yaşamının üzerinde söz hakkın olduğunu kabul etmemek. Oysa ben hata yapabilirim, herkes gibi! Bu benim hayatım!
‘’Sen yapamazsın!’’ dediklerinde boynunu büküp, içine mi kapanıyorsun yoksa ‘’yapacağım’’ deyip işe mi koyuluyorsun? Birisine tutkularından, hayallerinden bahsettiğinde aldığın o ‘’ehh’’ tepkisi seni tutkularına daha çok mu bağlıyor yoksa erteliyor musun onları? Kendi yaşamında ne kadar söz sahibisin? İnsan kendini bastırıp susturdukça, kendine güvenini kaybetmeye başlıyor. Farkında mısın?
Tüm dünyada fenomen olan Harry Potter serisinin yazarı J.K Rowling’i bilirsiniz. İşte bu kadın 90 bin kelimeden oluşan ilk Harry Potter kitabını çıkartmak istediğinde onlarca yayınevinden red yemiş ve sonunda küçük bir yayınevi kitabı basmayı kabul etmiş.
Ünlü komedyen Jim Carrey… 16 yaşında okulu bırakmış ve hayali olan komedyenlik için Los Angeles’a taşınmış. Uzun süre arabasında yaşayan Carrey, 95 yılında kendisine bir gün 10 milyon dolar dolar kazanacağını belirten bir not yazmış. Hala o notu sakladığını ve hayallerinin peşinden koşmayı hiç bırakmadığını söylüyor.
Bugün kitapları milyonlarca satan ünlü yazar Stephen King… İlk yayınlanan ve sadece 35 dolar kazandığı hikayesi The Glass Floor’dan önce tam olarak 60 tane red mektubu almış.
Onları başarıya ulaştıran kendilerine karşı hiç bitmeyen güvenleri, inançları ve uğrunda savaşacakları bir hedefleri olması. Ve elbette ki ‘’hayır’’ cevabını asla kabul etmeyip, kendi yaşamlarının üzerinde söz hakları olduğunu sonuna kadar savunmaları.
Şimdi lütfen, kendine bir söz ver: Kendimin ve yaşamımın hakkını sonuna dek vereceğim. Dümeni asla bir başkasına bırakmayacağım. Çünkü ben hak ettiğim gibi yaşamaya değerim!