Birçoğumuz ailelerimizden, öğretmenlerimizden “her şeyi yapabilirsin yeter ki çok çalış” cümlesini duyarak büyüdük. ‘’Çok çalışırsan büyük adam olursun’’, ‘’çok çalışırsan çok para kazanabilirsin’’, ‘’çok çalışırsan güzel bir evin olur’’…

Başarının tanımı netleşmişti artık kafamızda: ‘’Yüksek notlar almak, toplumca kabul görmüş iyi bir bölüme girmek, sonrasında yine iyi ve garanti bir işe girmek ve çok para kazanmak.’’

Hayallerimizi, tutkularımızı kaldırdık bir sandığa biz de. Yeteneklerimizi görmezden gelip hiç sorgulamadan saatlerce biyoloji, fizik çalıştık… Yapamayınca üzüldük, kendimize güvenimiz sarsıldı. Oysa biz çok iyi kompozisyon yazıyor veya harika fikirler yaratıyorduk. Fakat hali hazırda olan yeteneklerimiz pek de umurunda değildi kimsenin. Tek önemli olan sene sonu tüm derslerin pekiyi olduğu bir karneyle eve gitmekti. Çünkü ancak o zaman takdir edilecek, kendimizi özel ve önemli hissedecektik.

Peki iş hayatımızda durum farklı mı oldu? Pek değil aslında. Devam ettik çok çalışmaya. Yükselmek için çok çalıştık, kurumda kendimizi gösterebilmek, patronun gözüne girebilmek için çok çalıştık… Tutkularımızı, bize iyi gelen, mutlu eden şeyleri göz ardı ederek harcayıp durduk günlerimizi.

Fakat sanırım biz yanlış yaptık.

Bugün konuştuğum ve işinden nefret edenlerin sayısı o kadar fazla ki… Plazalar mutsuz, sıkışmış, bir çıkış yolu arayan insanlarla dolu. Belki her istediğini elde eden fakat ruhundaki boşluğu dolduramayan insanlarla…

Şu an çalıştığın işi neden yapıyorsun?

Böyle bir soruyla karşılaştığımızda çoğumuzun muhtemel cevabı: ‘’Çünkü birisi bana bunu yapmam gerektiğini söyledi’’ ya da “Bunu bulabildim şimdilik” oluyor. Hayatta yürüyeceğimiz yolu birisi söylediği için seçiyoruz ve sonunda yanlış yolda olduğumuzu fark ediyoruz.

Çalışanların %80’den fazlasının işinden nefret ettiği, istifa edenlerin işten çıkarılanlardan fazla olduğu bir dünyada yaşadığımızı biliyor musunuz?

Tavsiye :   Fikrim Var, Param Yok

İşimiz bizi heyecanlandırmıyorsa, her sabah işe gitmek için zorla kalkıyorsak yataktan, sırf zamanı dolduracak işler yapıyorsak hayat gerçekten yaşamaya değer mi, sorusu zihnimi nicedir kurcalıyor. Coşkuyla, neşeyle, yaratıcılıkla çalışıp yaşamak varken neden kendimize ve çevremize değer katmayan işleri yapmayı sürdürüyoruz? Çünkü başarı tanımımız yanlış!

Başarıyı gerçekten doğru mu tanımlıyoruz?

Nedir başarı? İyi gelir getiren bir işe sahip olmak mı? Çok lüks evlerde oturup, son model arabalara binmek mi? Kitabının çok satanlara girmesi mi? Bugünün dünyası tam da bu şekilde tanımlıyor aslında. Daha fazla kazanmak, daha fazla çalışmak, daha fazla tüketmek, daha pahalı kıyafetler giymek. İşte başarı!

Fakat başarı bunlardan çok daha fazlası olmalı. Hepimizin başarının tanımını değiştirmeye ihtiyacımız var. Bize özel olmalı belki de bu tanım?

  • Yaptıklarınla insanların hayatına nasıl dokunup güzelleştirebilmekse başarı?
  • Sabah gülümseyerek uyanıp bugün yapacakların için heyecanlanmaksa?
  • Kendini ve işini sevmek, mutluluğunun sürekli artmasıysa?
  • Kendin için önemli bir şey yapmak, kendi etkini yaratmak, bugün anlamlı bir şey yaptım diyebilmekse?
  • ‘’Ne olursa olsun yapacağım!’’ deme cesaretinde bulunabilmek, kendin olabilmekse?

Yolumuzu nasıl bulacağız?

Unutmayalım ki, istediğimiz her şeyi yapabiliriz ancak onun bizi ne kadar mutlu kılacağı daha önemli.

Maalesef okullarda bize tutku, amaç, mutluluk üzerine dersler verilmedi. Hepimize aynı yolu gösterdiler. Bizi anlamadan, dinlemeden ‘’buradan yürümelisiniz’’ dediler.

Önce kendimizi tanıyıp anlamalıyız. Sonrasında aslında ne aradığımızı bulup rotamızı ona göre belirleyebiliriz ancak.

  • Sor kendine: ‘’Yapmadan duramayacağım iş ne?’’ onu keşfet ve yaşa. Sadece kendin için değil, etrafındaki herkes için.
  • Güçlü yönlerini bul. Para alarak ya da almadan yaptığında teşekkür aldığın neler var hayatında?
  • Eline kalem al ve sana nelerin ilham verdiğini yaz.
  • Tutkularını, hayallerini çıkar o koyduğun sandıktan. Onların peşine düş.
Tavsiye :   Yaşamın Anlamı

Sen yeter ki bir şeyler yapmaya karar ver, o zaman değişir tüm dünyan.

Malcolm Gladwell ‘’Outliers’’ kitabında başarıya giden yolun tutkudan geçtiğini söylüyor. Başarılı insanlar kendilerini tutkularına o kadar kaptırırlar ki yalnızca işlerini nasıl daha iyi, en iyi yapacaklarını düşünerek çalışırlar.  Zevk alarak mutlulukla çalışırlar. Çalışırken dünyayı unuturlar.

Sigmund Freud’a yaşamın anlamı sorulduğunda ‘’sevmek ve yaşamak’’ demiş. Biz bugün sevgi ve işi ne sıklıkta yan yana kullanabiliyoruz? Kullanıyor muyuz?

Po Bronson ise 2 sene boyunca dokuz yüz kişiyle yaptığı görüşmeler sonucunda gerçek misyonumuzu bulduğumuz zaman başarıyı yakalayacağımızı söylüyor.

Öyle bir meslek seçmeliyiz ki kendimize, çalışıyor gibi değil de gerçekten yaşıyor gibi hissetmeliyiz. Yaptığımız iş bize değer katarken biz de o işe değer katmalıyız.

Unutmayın ki, siz nerede daha becerikliyseniz anlam da orada…

Her sabah heyecanla uyanan, tutkularının peşinde giden, dünyayı değiştiren insanlar var. Bir tarafta da sıkışmış, mutsuz, hayatını çaresizliğe sürükleyenler.

Ömrümüz boyunca neredeyse 45 yıl çalışıyoruz. Düşünsenize, sevmediğimiz bir işte 45 sene?!? 45 yıl boyunca her gün istemeden uyanacak, istemeden kahvaltı edecek, istemeden tıraş olacak, istemeden giyineceksiniz. Yaşamın anlamı bu olabilir mi?

Sanırım artık kendimiz için önemli olanı bulup onu yapmaya başlamanın, kendi yolumuzda yürümenin zamanı geldi. Ne dersiniz 🙂

Bloga e-posta ile abone ol

Bu bloga abone olmak ve e-posta ile bildirimler almak için e-posta adresinizi girin.